Lojistiğin temel fonksiyonlarından olan ulaştırmanın, zaman faydası sağlayarak rekabet üstünlüğü yaratmadaki öneminin farkına varılmasıyla, havayolu taşımacılığının ekonomik faaliyetler içindeki rolü ve önemi artmıştır. Nüfus artışı ve belirli bir gelir düzey üzerinde gelire sahip toplum kesimlerinin refah düzeyinin artması da havayolu yolcu taşımacılığına olan talebi arttırmıştır. Küresel düzeydeki bu büyüme trendine Türkiye başta olmak üzere hızla gelişme ve büyüme gösteren ekonomilerde havayollarına uygulanan teşvikler de eklendiğinde, havacılığın çeşitli nedenlerden kaynaklanan krizlere rağmen büyümekte ve gelişmekte olduğu söylemek mümkündür. Havacılık sektörünün günümüzdeki ve gelecekteki büyümesi, uçakların ürettiği emisyonun küresel ısınmaya etkisi başta olmak üzere, havacılık operasyonları sırasında ortaya çıkan atıkların yönetilmesi gibi ekolojik dengeyi etkileyecek pek çok sorunun da artacağı anlamına gelmektedir.
Rekabetçi kaygılarla bir süre öncesine kadar geri planda tutulan çevreci kaygılar, bir yandan toplumdaki bilinç düzeyinin artmasına paralel olarak, diğer yandan ulusal ve uluslararası kuruluşların yasal ve sosyal yaptırımları sonucunda ön plana çıkmaya başlamıştır. Dünyadaki kaynakların bir sınırının olduğu, ticari hedeflerin her ne pahasına olursa olsun elde edilmesinin etik dışı olduğu gibi yaklaşımlar, şirketleri kaynakları daha verimli kullanmaya ve çevreye daha az zarar vermeye yöneltmiştir. Özellikle yakıt rezervlerinin yakın gelecekte tükenecek olması, tüm taşıt üreticilerini olduğu gibi uçak üreticilerini de alternatif enerjilerle çalışan uçak motorları konusunda araştırma yapmaya zorlamıştır. Alternatif enerji kaynaklarına geçinceye kadar olan süreçte de mevcut yakıt tüketimlerini azaltacak motorlar üretme çalışmaları hız kesmeksizin devam etmektedir. Konuya havayolu taşımacılığındaki rekabet avantajı kazanmaya yönelik yönetsel uygulamalar açısından bakıldığında özellikle havacılık giderlerinin yarısına yakını oluşturan yakıt fiyatlarının yükselmesine karşılık üç adımdan oluşan bir strateji izlendiğini söylemek mümkündür. Pek çok havayolunun izlediği; yakıt tüketimini azaltıcı motor ve ekipmanları kullanmak, uzun vadede alternatif enerji kaynaklarına yönelmek ve güzergahları optimize edip, yeni iş modelleri geliştirerek birim maliyetleri düşürmek olarak özetlenebilecek bu strateji ile çevreye daha az zarar verilmesi de sağlanmış olacaktır. Havacılık sektörü, uçak üreticilerinden havalimanı işleticilerine kadar geniş bir perspektifte çevreci kaygılarla hareket eden sanayi sektörlerinin başını çekmektedir. Geride kalan 40 yılda sera gazı salınımının %70 oranında azaltılması başarılmış olsa da 2025 yılına kadar filoları oluşturacak toplam uçak sayısının bugünün mevcut uçak sayısının yaklaşık iki katı olacağı tahmin edildiği için çevresel kirlilik sorunu hala oldukça önemli bir sorun durumundadır. Sera gazı salınımlarını azaltmak için yeni teknolojilerin hayata geçirilmesi, biyoyakıtların kullanımının yaygınlaştırılması ve hava trafik yönetimin geliştirilmesi gibi uygulamalarla daha “yeşil” bir havayolu taşımacılığı yapılmasını hedefleyen Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO), gün geçtikçe büyüyen havacılık sektörünün 2050 yılındaki emisyon düzeyini 2005 değerlerine indirebilmeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlenmiştir. Avrupa Birliği de önümüzdeki yıldan itibaren havalimanlarına iniş – kalkış yapan tüm uçakların C02 salınımlarına üst sınır getirilmesini ve tüm mevcut havayollarının 2010 yılından itibaren C02 salınımlarını raporlamalarını istemektedir. Havayolu şirketlerine bu raporlara göre belirli bir miktar ücretsiz C02 salınım tahsisi verilmesi, bu limiti aşan şirketlerin ek ödemelere tabi tutulmaları planlanmaktadır. Bununla birlikte, dünyanın iki büyük uçak üreticisi Boeing ve Airbus uçak tasarımı ve biyoyakıt konularında çeşitli araştırma projelerine destek vermekte ve çevreye duyarlı çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinde aktif roller üstlenmektedir. Ayrıca, sivil toplum örgütleri de biyoyakıtların daha yaygın kullanımı için yürütülen projelerin hükümetler tarafından finansal olarak desteklenmesi yönünde kamuoyu oluşturmaktadır.
Havacılık sektöründe “yeşil” uygulamaların hayata geçirilebilmesi için havayolu şirketinden havalimanı işletmecilerine, uçak üreticilerinden yer hizmeti işletmelerine kadar sektörde yer alan herkesin aynı bilinç ve hedef birliği içerisinde olması gereklidir. Ülkemizde özellikle havalimanı işletmecileri ve yer hizmeti işletmelerinin bu yönde uygulamalar geliştirdikleri ve “yeşil havalimanı” projesi kapsamında sertifikalandırıldığını görmekteyiz. Havalimanlarında faaliyet gösteren kuruluşların çevreye ve insan sağlığına verebilecekleri zararların azaltılması ve önlenmesine yönelik sistematik çalışmaların sonucunda elde edilen yetki belgesi ile ticari anlamda çeşitli teşviklerden yararlanmanın önü açılırken bir yandan da şirketlerin sosyal sorumluluk çerçevesinde çevreye ve topluma katkıda bulunmaları amaçlanmaktadır.
Havacılıkta “yeşil” uygulamalara geçilmesi yakın gelecekte yasal bir zorunluluğa dönüşecek olsa da çoğu şirket tarafından henüz çevresel bilinç ve sosyal sorumluluk düzeyinde algılanmaktadır. Şöyle ki bir yandan C02 salınım sınırlaması yapılmasına taraf olan bazı şirketlerin diğer yandan mevcut kotalarını, tahsisat sınırındaki rakiplerine satarak konuya ticari bakmaları söz konusudur. Buna göre havacılıkta çevreci yaklaşımların şirketlerin etik değerlere bağlılığı ile ilişkisi olduğu söylenebilir. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ nün (SHGM) denetimleri sıkılaştırdığı da göz önüne alındığında, sektörün küresel büyüme hızından fazla büyüme ve gelişme gösteren Türk sivil havacılık sektörünün bu yönde diğer taşıma türlerine öncülük ettiğini söylemek mümkün olacaktır. Havacılık sektörümüzün küresel pazarlara entegrasyonunun üst düzeyde olmasının getirdiği uluslararası yaptırımların yanı sıra sektörün alt sektörünü oluşturan havayolu taşımacılığı, havalimanı işletmeciliği ve yer hizmetleri işletmelerinin sayısının azlığı ve bu şirketlerin yapılarından kaynaklanan esneklik, çevreci yaklaşım ve uygulamalara kolaylıkla uyum sağlanmasına fırsat vermektedir. Taşımacılığın pek çok uygulamasında olduğu gibi çevreci uygulamalarda da öncü olan havayolunu takiben kara, deniz ve demiryollarında da atılımların gerçekleşmesini beklemek mümkündür.
Çevreci uygulamaların şirketler için toplumda itibar yaratıcı uygulamalar olmalarının yanı sıra giderleri önemli ölçüde azaltmanın da bir yolu olduğu unutulmamalıdır. Maliyetlerdeki azalmanın yaratacağı rekabet avantajının başarılı bir itibar yönetimi ile birleşmesi şirketlerin uzun dönemli amaçlarına ulaşmasına olumlu katkıda bulunacaktır. Doğal kaynakların, ulusal kaynakların sınırlı olduğunu göz önüne alarak tüketilmesi gerektiği, ticari başarıların ancak sağlıklı bir çevre ortamında refahı arttırabileceği unutulmamalıdır. Ülkemizde ABD ve Avrupa Birliği’ ne kıyasla daha yeni olan çevreyi korumaya yönelik yaklaşımların havacılık sektörünün tüm bileşenlerine yayılması ve havacılığın diğer taşıma türlerine göre öncülüğünü sürdürerek, bu sürecin diğer sektörlerde de çevreci uygulamalara ivme kazandırması beklenmelidir.
Yrd. Doç. Dr. A. Özgür Karagülle