Günümüzde teknolojideki gelişmeler sayesinde birkaç on yıl öncesinde ancak bilim kurgu filmleri ve romanlarında gördüğümüz ya da ancak hayalini kurabildiğimiz bazı yeniliklere ulaşmış durumdayız. Bu yeniliklerin gerçekleşmesini büyük oranda yazılım, donanım ve iletişim alanındaki devrimsel buluşlara borçluyuz. 1940’larda bir oda büyüklüğünde olan bilgisayarlar, günümüzde iyice küçülerek kolaylıkla cebimizin içine sığabilmektedir. Ya da 1950’lerde tanıştığımız, 1990’larda hayatımıza girmeye başlayan internete bağlanabilmek için, çevirmeli (dial-up) modemlere kimi zaman saatler boyunca uğraşıp, 10 kb/s hızlarla bağlantı sağlamaktan memnun olurken, günümüzde evlerimizin içine kadar giren fiber-optik bağlantılar sayesinde dünyanın her noktasıyla oldukça yüksek hızlarda iletişim kurabiliyoruz. Bu sayede 1960’larda telefonla görüşebilmek için sıra yazdırırken, şimdi dünyanın her yerindeki insanlarla anında ve görüntülü iletişim kurabilmekteyiz. 1980’lerde resmi işler için teleks çekip, saatler boyunca karşı tarafa gitmesini beklerken, şimdi birkaç saniye içinde her türlü belgeyi karşı tarafa iletebiliyoruz. 1899’da Amerikan Patent Dairesi Başkanı Charles H. Duell’in, “Artık yeni hiçbir şey yok. İcat edilebilecek her şey icat edildi.” açıklamasının ne kadar yanlış ve talihsiz olduğunu artık çok daha net görebilmekteyiz.
Kuşkusuz teknolojik gelişmelerin en büyük ölçüde etkilediği iş kollarından bir tanesi de ulaşım. Son yüzyıl içerisinde, ulaşım alanında her biri birer devrim niteliği taşıyan yeniliklerle karşı karşıya kalıyoruz. Henry Ford’un seri üretim bandı sayesinde yayılmaya başlayan otomobiller, artık gündelik hayatımızın önemli bir parçası ve aynı zamanda sorunlarının da kaynağı haline gelmiş durumda. 19. yüzyılın en büyük bilimkurgu yazarlarından Jules Verne’in öngörülerinin büyük bir çoğunluğu gerçekleşmiş durumda. Artık dünyanın çevresini 80 günden çok daha kısa bir zamanda dolaşabiliyor, denizlerin altında yolculuk yapabiliyor ve aya yolculuklar gerçekleştirebiliyoruz. Artık gezegenler arası uzak mesafe yolculuklarının (örneğin galaksiler arası) daha genç bilim kurgu yazarlarının, örneğin Frank Herbert’in Dune’da yazdığı gibi uzay-zamanı bükerek mi, yoksa George Lucas’ın Star Wars’unda yaptığı gibi hiper-uzaya (dilimize ışık hızına diye çevrilmişti) çıkarak mı gerçekleştirileceğini tartışır hale geldik. Böylece ulaşımla ilgili tartıştığımız kavramlar da dünyasal olmayı aşıp, kozmolojik kavramları da içerir hale geldi. Ancak ulaşabildiğimiz teknolojik düzey, yakın ya da orta uzaklıktaki gelecekte pek mümkün olabileceğini göstermiyor. Bu nedenle kısa vadede daha çok yaşadığımız gezegendeki ulaşıma ve sorunlarına odaklanmaya devam etmemiz gerekmektedir.
Pek çok alanda yapılan araştırmalar, teknolojideki ilerlemenin üstel bir biçimde gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Ulaşım alanındaki gelişmeler de özellikle son on yılları düşündüğümüz zaman, pek farklı değildir. 40 sene öncesinde kullandığımız otomobillerdeki tüm sistemler analog iken, 30 sene öncesinde piyasada görülmeye başlayan dijital göstergelere sahip araç modelleri (örneğin ülkemizde Fiat Tempra) oldukça ilgi çekiciydi oysaki daha o dönemlerde farklı ulaşım türleri, örneğin havayolu için bu çoktan kullanılmaya başlanmış bir teknolojik üründü. Benzer şekilde günümüzde sürücüsüz (otonom) taşıtların karayolu trafiğinde hareketlerine yeni yeni başlamalarına tanık olurken, benzer teknolojiler yine hava ulaşımında uzun yıllardan bu yana kullanılmaktaydı. Ancak burada ulaşım türleri, ya da daha doğrusu ulaşımın gerçekleştiği ortamlar arasındaki önemli bir farkın da üzerinde durmak gereklidir. Hava ulaşımında her üç boyutta da (uzunluk, genişlik, yükseklik) hareket serbestliği bulunurken, karayolu ulaşımında yükseklik boyutundaki hareketimiz tamamen, genişlik boyutunda da kısmen kısıtlanmış durumdadır. Ayrıca karayolu ulaşımı talebi, yolun diğer taşıtlarla, yayalarla ve diğer bileşenlerle paylaşılması gereksinimi de sürücüsüz hareketin ancak teknolojinin belirli bir düzeye gelmesi ile mümkün olabilme durumundadır. Günümüzde önde gelen teknoloji firmaları sürücüsüz karayolu taşıtları üretmek konusunda birbirleriyle yarış halindelerdir. Ancak en bilinen, en yüksek teknolojiye sahip, en güvenilir markaların ürettikleri taşıtların bile ölümcül kazalara karışabildiğini basındaki haberlerden takip edebiliyoruz. Dolayısıyla sürücüsüz taşıtlar için özellikle algılama konusundaki teknolojilerin olgunlaşmasına ihtiyacımız bulunuyor.
Yük ulaşımı söz konusu olduğunda ise yolcu ulaşımına kıyasla biraz daha ileri bir noktada bulunmaktayız. Bunun temel nedeni kuşkusuz taşınan yükün, insan hayatına kıyasla çok daha değersiz ve çoğunlukla ikamesi olan bir ürün olması. Özellikle küçük boyutlu gönderilerin iletiminde, sürücüsüz taşıtlar pek çok firma tarafından kullanılmaktadır. Özellikle son kilometre ya da son mil ulaşımı olarak tanımlanan, gönderilerin son noktaya iletiminde bu teknolojileri görmeye başladık. Ülkemizde de özellikle alışveriş merkezleri ya da üniversite yerleşkeleri gibi yerlerde bu tarz sürücüsüz taşıtların gerçekleştirdiği dağıtımlara tanık olmak mümkündür. Ancak bu konuda da teknoloji henüz emekleme evresinde olduğundan uygulamalar oldukça kısıtlı düzeyde kalabiliyor. Bununla birlikte bu gönderilere ilişkin hem fiziki hem de veri güvenliğine ilişkin çözülmesi gereken bazı sorunlar bulunmakta. Bu da bilimsel araştırmacıların olduğu kadar start-up ya da spin-off adı verilen, genç girişimcilerce kurulan firmaların çalıştığı konular arasındadır. Önümüzdeki yıllarda bu konularda önemli gelişmelerin olması bekleniyor.
Yük ulaşımına ilişkin bir diğer gelişme de drone adı verilen uçan insansız taşıtların hayatımıza girmesi ve yayılması sayesinde oldu. Önceleri gözlem amaçlı, görüntü kaydetme amaçlı ya da askeri amaçlı kullanılan bu araçlar, artık küçük boyutta da olsa yüklerin taşınmasında da kullanılmaya başlandı. Özellikle ilaç taşımacılığı ya da yemek taşımacılığı gibi alanlarda, ülkemizde olmasa da yurtdışında kimi yerlerde bu taşıtların işlemeye başladığını görüyoruz. Son yıllarda yaşadığımız COVID-19 salgını nedeniyle insanların temastan olabildiğince kaçınması kuşkusuz bu teknolojilerin gelişiminde önemli bir etken oldu. Henüz genellikle bir insan tarafından kullanılan bu taşıtların yakın gelecekte “sürücüsüzleşeceği” de beklenenler arasındadır. Bu taşıtların insan ya da diğer bir deyişle yolcu taşımacılığında kullanımına ilişkin çalışmalar da sürmekte. Ancak bu, doğal olarak fiziki boyutlarda da ciddi artışlara neden olmaktadır.
Dronelar hakkında tartışılan bir diğer konu da drone trafiğinin yoğunluğuyla ilişkilidir. Bu taşıtların özellikle yakınımızda bulunurlarken vızıltıya benzer ve insan kulağını rahatsız eden bir gürültü çıkardığına tanık olabiliyoruz. Bu taşıtlardan onlarcası bir arada havada, binalarımızın aralarında dolaşırken karşılaşacağımız gürültünün boyutu da çok daha fazla olacak ve muhtemelen evlerimizin içinde bile rahatsızlık duyulacak şiddete ulaşabilecek. Ayrıca bu taşıtların yörüngelerinin kesişmemesi için de çeşitli yapay zeka teknikleri kullanan, gelişmiş yazılımlara ihtiyaçları olacaktır. Günümüzde drone teknolojisi henüz bu düzeye ulaşabilmiş olmasa da önümüzdeki yıllarda bu sorunların çözümüne yönelik önemli gelişmelerin olması bekleniyor. Bu da özellikle yaşlı ve engelli bireylerin gündelik hayata katılabilmelerine ilişkin önemli bir fayda sağlayacaktır.
Yük ulaşımına ilişkin bir diğer gelişme de sürücüsüz olmaktan daha çok temiz enerjinin ulaşımda kullanımına ilişkindir. Genellikle yolcu ulaşımında yine son kilometre yolculuklarda kullanılan, ya da daha popüler bir şekliyle tamamen eğlence amaçlı kullanılan mikromobilite araçları da yük ulaşımında kullanılmaya başlanmış durumdadır. Ülkemizde de posta teşkilatının, artık postacıların kullanımına e-skuterler atadıklarını görebiliyoruz. Ya da ülkemizin önde gelen kargo firmaları elektrikli ve küçük boyutlu araçlarla son kilometre kargo ulaşımını gerçekleştirilebilmektedir. Her ne kadar bu teknolojilerde de hala emekleme düzeyinde bulunsak da, dünyanın etkisinde kaldığı enerji ve iklim krizine karşın bu tarz uygulamaların hayata geçmeye başlamış olmasını sevindirici olarak tanımlayabiliriz.
Teknolojinin gelişmesi ve bunun sağladığı otomasyon yalnızca küçük boyutlu yüklerin iletimine ya da son kilometre taşımacılığında değil, büyük boyutlu yüklerin taşınmasında ve hatta taşımacılık, filo yönetimi, depolama gibi süreçlerin yönetiminde de etkin olmaktadır. Birbiriyle etkileşen kamyonların, bağlantılı bir biçimde, filo halinde uluslararası karayollarında taşımacılık yaptıklarını görebiliyoruz. Diğer taraftan, COVID-19’in neden olduğu, örneğin küresel çip krizi gibi çeşitli olumsuzluklardan etkilenmiş olmasına ve fiyatlarının oldukça yükselmesine karşın, yakın gelecekte konteynerlerin ve aynı zamanda içinde bulunan gönderilerin de eş zamanlı bir biçimde takip edilmesine olanak sağlayacaktır. Konteyner ve yük taşımacılığına ilişkin elleçleme, taşıt ataması, depolama gibi konularda da günümüzde karar destek sistemi olarak çeşitli yazılımlar kullanılmaktadır. Bu yazılımların oldukça büyük bir çoğunluğu makine öğrenmesi gibi yapay zeka yöntemlerinden yararlanmaktadır. Yakın gelecekte bu süreçlerin de tamamen yazılımlar tarafından en uygun (optimum) bir biçimde gerçekleştirilmesi yine tartışılan konular arasındadır. Bu görüşe karşı çıkan bir diğer görüş de, bu tür kararlarda öğrenme sürecine katılmayan bazı unsurların bir takım kararları etkileyebileceği yönündedir. Örneğin ülke güvenliğine ilişkin bazı kaygılar ortaya çıktığında gönderilerin önem dereceleri de değişebilmektedir. Bu durumda yapay zekanın bu durumu algılaması insan işletmeciler (operatörler) kadar kolay olmamaktadır. Bu nedenle insan unsurunun karar verme sürecinde mutlaka bulunması gerektiği de savunulan bir diğer görüştür. Bu konuda kimin daha haklı olduğunu sanırım zaman gösterecektir.
Yakın gelecekte yük ulaşımı ile lojistik süreçlerde görmeyi beklediğimiz bu tür gelişmelerin yanı sıra, orta ve uzun süreli geleceğe ilişkin çalışmalara da insanlık olarak başlamış durumdayız. Her ne kadar bunların bazıları bizlere hayali, ya da bilim-kurgu ürünü gibi gelse de yazımın başında da belirttiğim gibi Jules Verne’in romanlarında belirttiği; günümüz için sıradan hale gelen bazı yolculuklar, döneminde benzer tepkilerle karşılaşmıştır. Dolayısıyla bu çalışmaların yapılmaya başlamış olması da büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmaların bir tanesi ulaşım araçları ya da teknolojileriyle ilgilidir. Hız yuvarı (hyperloop) adı verilen bir teknoloji, hava basıncı sayesinde insan ya da yük taşıyabilecek düzeyde büyük boyutlu kapsüllerin yüksek hızlarda taşınmasını sağlamakta ve bu taşıtlara ilişkin deneme sürüşleri günümüzde de gerçekleştirilmektedir. Sistemin yaygınlaşması, özellikle kıtalar arası gönderilerde ciddi bir zaman kazancının yaşanmasını sağlayacaktır.
Lojistik süreçlere ilişkin pek çok konuda ise somut olarak göremediğimiz gelişmelerle karşı karşıyayız. Yazılım ve donanım teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde gönderilerin konumlarına ilişkin daha doğru veriler alabiliyoruz; kargoların araçlara atamasını, araçların rotalara atamasını ya da sürücülerin araçlara atamasını daha hızlı ve belirli ölçütleri göz önünde bulundurup, daha sorunsuz gerçekleştirebiliyoruz. Ancak somut olarak görebildiğimiz gelişmeler de söz konusu. Bunların başında da aslında depolamaya ilişkin bazı gelişmeler bulunuyor. Örneğin büyük firmaların zeplin türü araçlarla hava depoları oluşturmaya yönelik çalışmaları bulunmaktadır. İnternet üzerinden verdiğimiz bir siparişin, hızlıca başımızın üzerindeki bir zeplinden, bir dronla evimize kadar, belki de dakikalar içinde iletileceği günler çok da uzağımızda değil gibi görünüyor.
Efesli Herakleitos MÖ 5. yy.da değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğunu söylemişti. Günümüzde de bu deyiş geçerliliğini korumaktadır. Etrafımızdaki dünyaya ilişkin neredeyse her şey çok hızlı bir değişim ve dönüşüm içerisinde bulunmaktadır. Bizim de bu değişimlere uyum sağlamamız bir zorunluluktur. Hatta bu değişimleri yönlendirmemiz, gelişimimizi ve ilerleyişimizi çok daha farklı düzeylere de ulaştırabilir. Bu nedenle hem yolcu ulaşımı hem de yük ulaşımı ve lojistik alanlarındaki gelişmelere hazırlıklı olmamız; bu gelişmeleri yönlendirmemiz, mümkünse de yaratanı olmamız gelecekteki konumumuzu belirleyecek en önemli etkenlerden bir tanesi olacaktır.