Enerji sektörünün ulusal düzeyde öncelikleri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, sektörün dünyadaki gündemi ülkelerin gündemleri üzerinde giderek daha fazla etkili olmaktadır. Ülkeler arasında enerji kaynakları, teknoloji, finansman gibi konularda karşılıklı bağımlılığın olması, konvansiyonel enerji kaynakları rezervlerinin giderek tükenmesi, enerji sektöründen kaynaklanan küresel ve ulusal sınırlan aşan çevre sorunlarının varlığı ve dolayısıyla ülkeler arasında giderek yaygınlaşan ortak anlaşmalara gidilmesi gibi nedenlerle uluslararası politikalar, düzenlemeler ve gelişme doğrultuları sektörde önemini giderek artırmaktadır.
Bu gelişmelere karşın Türkiye’de uzun yıllar boyunca, tutarlı bir enerji politikası geliştirilememiştir. Bu nedenle de sektörde bir başıbozukluk ve karmaşa yaşanmaktadır.
Türkiye’de yapılan planlamaların çoğunlukla yetersiz olması ve/veya yapılan planların gerektiğince uygulanamaması nedeniyle arz ya da talep fazlası sorunu ortaya çıkmakta ve her iki durum da olumsuz ekonomik gelişmelere yol açmaktadır.
Var olan bu enerji potansiyelinin etkin biçimde kullanılamaması tüm sektörlerden kaynaklandığı gibi ulaştırma sektörü sebebiyle de olumsuz etkilenmektedir. Örneğin; ağırlıklı olarak karayolu taşımacılığının tercih edilmesi yolcu ve mal taşımacılığında enerji maliyetini artıran bir faktördür. Toplu taşıma tercihleri söz konusu maliyetleri azaltacaktır. Öte yandan, Türkiye’de üretilen motorlu taşıtların yakıt tüketimleri diğer ülkelere göre oldukça yüksektir. Bu konuda da herhangi bir zorlayıcı standart bulunmamaktadır.
Türkiye’de yıllardır ülke gerçeklerine aykırı olarak sürdürülen kara yollarına dayalı; demiryolları, denizyolları ve toplu taşımacılık yatırımlarını savsaklayan ulaşım politikaları nedeniyle yolcu taşımacılığının %75″i, yük taşımacılığının ise % 80’ine yakını, birim yolcu ve yük başına enerjinin en verimsiz harcandığı bilinen karayoluyla yapılmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de petrolün % 37’si ulaşım sektöründe ve bunun da % 92’si karayolu ulaşımında tüketilmektedir. Yapılan araştırmalara göre, toplu taşımacılığın, demiryolu taşımacılığının ve taşıma araçlarının verimini artıracak standartların geliştirilmesiyle ulaşım sektöründe %27’lik bir verimlilik artışı ile petrol ithalatında %8,6 azalma sağlanabilecektir.
Enerji ve ulaştırma gibi sektörlerdeki milli politikaları oluşturması gereken kurumların siyasi etkilerden uzak, uzman kadroları istihdam ediyor olması, siyasetçilerin de uzman görüşlerine uyması gerekirken, Türkiye’de bunun tam tersi olmaktadır. Böylece ortaya çıkan ulaştırma şekli, hem çevre kirliliğine, hem inanılmaz kaynak israfına, hem de trafik kazalarına neden olmaktadır. Örneğin petrol taşımacılığında en verimli yöntem boru hatları iken, ısrarla verimsiz ve çevreyi kirleten tanker taşımacılığı tercih edilmekte, ilgili kuruluşlarca bu tür uygulamalara ses çıkarılmamaktadır.
Enerji konusunda atılacak her adım özellikle sanayi üretiminin temel girdisi olması nedeniyle Türkiye’nin sanayileşmesi ve kalkınmasına doğrudan yansıyacağı için, yanlış kararların maliyeti de, dolayısıyla doğrudan kalkınmamıza yansıyacaktır. Özellikle son yıllarda uygulanan politikalar bu sektörde de bir kamu yönetimi krizine yol açmış; ulusal bir enerji politikasından söz etmek olanaksız duruma gelmiştir.
Bu dönemde rezerv belirleme faaliyetleri de dahil olmak üzere enerji yatırımları durdurulmuş; Türkiye, bir enerji darboğazına sokulmuştur. Mevcut teknoloji ve Türkiye’de bilinen kaynakların sınırlılığı bu alanda tam bağımsızlıktan söz edilebilmesini artık olanaksızlaştırmaktadır. Ancak sürdürüle gelen politikaların değiştirilmemesi durumunda. Türkiye’nin sanayileşme ve kalkınma politikalarının ulusal çıkarlara uygun bicimde çizilebilmesini güçleştiren bu durumun aşılabilmesi olanağı da bulunmamaktadır. Türkiye enerji kaynakları, teknoloji ve finansman açısından dışa bağımlılığını azaltmayı ve ithalatını yönetebilir düzeylere indirmeyi hedefleyen bir geçiş programı hazırlamalı ve kararlılıkla uygulamalıdır.
Ezgi Uzel