Bu sözler, birçok kişi tarafından Atatürk’ün barış yanlısı karakterini en güzel şekilde belirten sözler olarak nitelendirilir. Hatta o kadar dillendirilmiştir ki, uluslararası politikalarımızın bile bu söz temel alınarak şekillenir ve her fırsatta dile getirilmekten de çekinilmez. Ama gerçekten de bu vecize ile Dünya’ya anlatmaya çalıştığımız kadar barışçıl bir toplum muyuz? Birçoğumuz, Orta Asya’dan beri atalarımızın konar-göçer toplum yapısına sahip olduğunu bilir. Sonuç olarak, bu konar-göçerlik bizi daha atik ve dikkatli olmamız gerektiği bilgisine ulaştırır. Bu da zaten genetik yapımızla örtüşen girişkenlik ve savaşçılık duygularımızı dürtükler. En sonunda ise bu savaşçı ruhluluk bizi kahraman bir liderle birlikte koca Çin imparatorluğuna bile Çin Seddi’ni yapmaya zorlar.
Destanlara bile konu olan bağımsızlığımıza düşkünlüğümüzün verdiği güç sayesinde her zaman savaşlardan zaferle çıkan biz oluruz ama kurnaz Çinli içimize düşmanlar sokarak-ki genelde bu bir Çin prensesi olur- koca Türk İmparatorluğu’nu ikiye böler. Bunun sonucunda, doğanın da giderek artan elverişsiz şartlarında verdiği etkiyle-bize öğretilen budur- daha batıya göçmek zorunda kalırız. Orada yine yüce bir lider ile birlikte Romalıya kan kustururuz, destanlar yazarız ama liderin ölmesi ile yine dağılırız. Sonra yine bir lider ile birlikte bir devlet daha kurar, yine zenginleşir, yine savaşlar kazanır ama sonuçta yine zalim düşman bize oyunlar kurar, biz tüm iyi niyetimize rağmen kaybederiz, eziliriz, dağılırız, tekrar bir lider gelene kadar bekler ve yine bir devlet daha kurarız ve aynı hikaye 15 Türk kökenli devlet boyunca devam eder. Sadece düşman devletlerin yıkılma dönemlerinde yaptığı etkinlikler farklıdır. Kimisi hakanı prensesi ile evlendirir, kimisi borçlandırır, kimisi katleder bazen de kimse bir şey yapmaz, devletin başı ölür oğulları koca ülkeyi böler. Buraya kadar anlatılanların özü hep aynıdır. Her zaman iyi olan taraf biziz. Her savaşımızda haklıyız. Peki ama biz hep haklı isek kaybeden taraf niye hep biz oluyoruz? Bize öğretildiği kadarı ile son 500 yıldır bizi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen hemen her savaşa taraf olmuşuz ama bizim bahsedeceğimiz sadece Cumhuriyet dönemi.
Savaşmak Doğamızda Var
Savaş hakkında duyduğum en güzel söz İsmet İnönü’nün şu vecizesidir “Savaş yapmak isteyenler, savaşlar hakkında hiçbir şey bilmeyenlerdir”.
Doğal olarak, ülkemize cumhurbaşkanlığı yapmış olan ve “Milli Şef” gibi herkesin kolay kolay nail olamayacağı bir unvana sahip olan bu kişinin öğüdünün niye dinlemediği benim kafamı kurcalayan sorulardan biri. Yani 1918 yılında biten 1. Dünya Savaşından sonrasını ele alırsak çevremizde gelişip te bizim taraf olmadığımız savaş sayısı çok az. Yani örnek vermek gerekirse 2. Dünya Savaşı ve İran Irak savaşı dışında katılmadığımız, en azından bir birlik bile göndermediğimiz savaş yok gibi (Hayatta savaş adına anlamadığım şeylerin biri olan, yani çoğu ülkenin karışmamasına rağmen bizim ön saflarda yer aldığımız Somali savaşı gibi).
Stratejik Düşünme
Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir” derler. Irak savaşında görüldü gibi bundan belki 30-40 yıl sonra savaşlar bireyler değil de füzelerle, insansız uçaklarla yapılacak. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü gibi 100 yılda bir kere, bir ülkeye nasip olacak stratejilere sahip olmamıza rağmen -bu insanlardır ki, 2. Dünya Savaşını, Sovyetler Birliği’nin dağılacağını yıllar önceden öngörmüştürler – neden hala uluslararası arenada tüm dünyanın kabul ettiği savaş-barış doktrinlerine sahip değiliz?
Çünkü bize ne ailemizde ne de okullarımızda stratejik düşünmemiz, yani beklenmedik veya umulmadık durumlara karşı en optimal çözüme en kısa yoldan nasıl gidebileceğimiz öğretilmemiş. Düşünün ki, zamanında Lüksemburg ile yaptığımız futbol karşılaşmalarında alınan mağlubiyetler sonrası, nasıl 100000 nüfuslu, profesyonel bir futbol ligi bile olmayan bir takımın, 60 yıldır uluslararası maçlarda o veya bu şekilde yer almış, profesyonel bir futbol ligi olan takımları Avrupa’da top oynayan bir takıma karşı galip geldiği sorulmamış da, suç hakeme atılmış?
Kıssadan Hisse
Sonuç olarak, bizler ne kadar barışçı bir toplum olduğumuzu iddia etsek de, derler ya “bir ben var, benden içeri”, içimizdeki savaşçıyı bir türlü çıkarıp atamayız, onu bir radyo gibi açıp kapatamayız. Bizler her zaman savaşmayı seven insanlarız, bazen hayatla, bazen ülkelerle, her zaman enflasyonla. Her zaman bir şeyler ile savaşmalıyız ki yaşayabilelim. Ve belki bu yüzdendir ki tarihte bizden başka 15 tane ülke kurup batıran bir millet yoktur.
Uyar Altuntaş