Dünya denizcilik tarihini değiştirebilecek nitelikte ve büyüklükte olduğu tüm yetkili çevreler tarafından kabul edilen “Yenikapı Buluntuları’, başta Bizans tarihi olmak üzere, İstanbul’un kuruluş teorileri ve ön Asya, Avrupa neolitik çağı dahil pek çok konuya ışık tutabilecek nitelikte.
Asrın projesi olarak nitelendirilen, Asya ile Avrupa’yı boğazın 50 metre altında birbirine bağlayan “Marmaray Projesi” kapsamında yapılan kazılar sonucu onaya adeta bir hazine çıktı. Dünya denizcilik tarihini değiştirebilecek nitelikte ve büyüklükte olduğu tüm yetkili çevreler tarafından kabul gören “Yenikapı Buluntuları”, başta Bizans tarihi olmak üzere, İstanbul’ un kuruluş teorileri ve ön Asya, Avrupa neolitik çağı dahil pek çok konuya ışık tutabilecek nitelikte. Marmaray projesine başlandığı 2004 yılında ulaşılan ilk buluntular yalnızca basit bir tarihi yarım ada buluntusu olarak nitelendirilse de, gemi batıklarının ardı ardına çıkarılması, 8.50 yıllık insan iskeletlerine denizde rastlanılmasıyla işin rengi tamamen değişti. Satısı şimdilik 35 civarında olan batık gemi ve iskeleler, meğer yıllardır yeri tahmin edilse de bulunamayan “Theodosius Limanı” ; iskeletler ise İstanbul’un ilk yerlileri, ilk çiftçileri. Birçok hatırı sayılır arkeoloğa göre buluntular dünya tarihini tamamen değiştirebilecek nitelikte. İşte tam da bu yüzden ülkemizde gündemi Marmaray Projesi’nin ne kadar geç kaldığı meşgul ederken, tüm dünya pür dikkat bu kazılardan çıkacak sonucu merak ediyor.
Halen devam etmekte olan kazıların başlangıcında bu ana projede görev alan ve bu alanda Türkiye’nin yetişmiş sayılı akademisyenlerinden olan Dr. Ufuk Kocabaş ve Prof. Dr. Vedat Onar’dan aldığımız bilgiler ışığında tarihin en eski lojistik merkezlerinden birinin kapılarını beraber aralayacağız. Yenikapı’da bulunan 35 gemi, bir defada bulunan en fazla batık gemi topluluğu olma özelliğini taşıyor. Çıkartılan gemiler 3 tipten oluşuyor. 1. Tip Gemilerin boyları 25-50 metre arasında değişiyor ve sayısı diğerlerine göre daha az. Askeri alanda casusluk gözcülük gibi alanlarda kullanılan ince ve uzun kürekli kadırga tipi gemiler. 2. Tip Gemiler büyük ticaret gemileri olarak tanımlanabilir. Uzak denizlerde kullanılan bu gemiler, o dönemde Mısır’dan tedarik edilen buğdayın İstanbul’a taşınmasında kullanılıyordu. Ancak Çanakkale Boğazı’nın darlığı nedeniyle kimi dönemlerde Bozcaada bir toplama merkezi olarak kullanılıp taşınan mal buradaki silolardan daha küçük ve boğazı geçmesi daha az sorun teşkil edecek gemilere aktarılıyordu. Ayrıca her ne kadar uzak deniz sayılmasa da Karadeniz’deki kimi taşımalar için de bu tip gemiler kullanılıyordu. Bunun nedeni ise Karadeniz’in sularının küçük gemilerin dayanamayacağı kadar hırçın olması olarak açıklanıyor. Son grup ise kıyı ticareti yapan küçük gemilerden oluşuyor. Bu gemiler İstanbul’un yakın çevresindeki malların tıpkı şimdiki gibi bir ticaret merkezi olan İstanbul’a taşınmasında kullanılıyordu. Bu gemilerin hepsi tek bir zamana ait-katmandan çıkarılmadı. Farklı dönemlerde ve farklı nedenlerden ötürü terk edilen gemilerin kullanımı 5. yy ile 11. yy arasında değişiyor ve özellikle 10. yy’ da yoğunlaşıyor. İskele kazıkları ve gemiler incelendiği zaman 6. yy’ da büyük bir fırtına veya tsunami sonucunda limanı ve gemilerin büyük bir kısmının zarar gördüğü düşünülüyor. İskele kazıkları aynı dönemde tek bir yerden büyük bir darbe sonucunda kırılmış ve yenilenmiş. Gemilerin içindeki kum yapısı da bu ihtimali güçlü hale getiriyor. Gemilerin bir kısmını ise kullanılamayacak hale gelmiş ve terk edilmiş gemiler oluşturuyor. Bunların, işe yarayan parçaları tekrar kullanılmak üzere tersanelere yahut daha yakın noktalara çekildiği söyleniyor. Çıkarılan gemi kalıntıları herhangi bir deformasyona veya hasara uğramaması için özel bir sulama sistemi ile ıslatılarak nemli tutuluyor.
Bulunmuş olan insan iskeletleri ise geçtiğimiz aylarda kamuoyunu oldukça meşgul eden ilk İstanbullulardan başkası değil. İlgi çekici olan nokta ise ilk kez tarihi yarım ada olarak nitelendirilen sınırların dışından neolitik çağa ait insan kalıntılarının bulunması. Bu, Bizanslıların İstanbul’u kurduğunu teorisini tamamen değiştiriyor. Yenikapı açıklarında bulunan iskeletler ve çevresindeki köy kalıntıları ilk yerleşimin buralarda olabileceği fikrini düşündürmekte. Kazı alanında ortaya çıkarılan diğer önemli buluntular ise hayvan iskeletleri. Hayvan iskeletlerinin miktarı yaklaşık 8 kamyona sığacak kadar fazla. Çıkarılan bütün hayvan iskeletlerine ilk müdahale Prof. Dr. Vedat Onar ve ekibi tarafından kazı alanın a anında gerçekleştiriliyor. Çıkan iskeletlerinin çoğu, omurga yapısı ağır yük taşıtılmasından dolayı bozulmuş at, deve vb. hayvanlara ait. Bu iskeletlerin sayısını fazlalığı şüphesiz ki gemi kalıntılarından sonra Theodosius Limanı’nın döneminin büyük ticaret limanlarından biri olduğuna en büyük kanıt. Ancak zamanın kısıtlı olması ve kazıyı gerçekleştiren ekiplere İstanbul Üniversitesi dışında yeterli desteğin olmaması, özellikle kazı bölgesinden geçecek olan Marmaray Projesi araştırmalarının yeterli düzeyde yapılmasını engelliyor. Ülkemizde konunun henüz tam olarak anlaşılamadığını belirten Dr. Ufuk Kocabaş tüm dünyanın gözünün bu kazıda olduğunu ve her gün kazıya karılmak için uluslararası kurumlardan yüzlerce teklif geldiğini belirtiyor. Zamanın kısıtlı olması Kocabaş ve ekibine büyük kazanç sağlamış dersek çok yanılmış olmayız aslında. Şöyle ki; Bürokratik engellerin aşılması, buradaki yerleşimin kaldırılması, izinlerin alınması, nihayet kazıya başlanması ve kaynak yaratmak gibi onlarca yıl alabilecek süreçleri, birkaç ay gibi inanılmaz bir sürede tamamlamış. Zaten bu kısa sürede ekibin edindiği büyük tecrübe İstanbul Üniversitesi’nde Sualtı Kültürlerini Koruma Anabilim Dalı’nın doğmasını sağladı. Yeni kurulan anabilim dalı hem konudaki yetişmiş personel sıkıntısını ortadan kaldıracak hem de bu konudaki araştırmaları devamlı kılabilecek.
Boğazın iki yakasında birçok taşımaya tanıklık etmiş eski gezginlerin not defterindeki kayıp liman, yine tarih sahnesindeki yerini alarak binlerce yıl sonra gün ışığına çıkıp “Marmaray Projesi” ile iki yakanın buluşmasına tekrar tanıklık ediyor.