Dünya’yı saran global krizle ilgili çok şey yazıldı. Nedenleri ve alınan tedbirler konusunda çok şey söylendi. Özellikle ABD gibi dünyanın bir numaralı ekonomisinde yarattığı tahribat tahayyül edilebilir gibi değil. New York’ un gökdelenlerinde yıllarca faaliyet gösteren dünyanın en büyük yatırım bankaları sapır sapır döküldüler. Kimi iflas etti, kimilerinin devlet elinden tuttu. Finans sektöründen start alan kriz, diğer sektörlere sıçradı ve koca otomotiv sektörü, GM gibi Ford, Chrysler gibi devler, devletten yardım istemek durumunda kaldılar. Kriz durma temayülünde mi? Hayır, giderek yayılıyor ve derinleşiyor.
Olayın bize yansımasını daha ziyade bir kredi daralması olarak yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Çünkü ülkemizdeki kriz, alışılmışın ötesinde, kamu açıklarından veya bütçe dinamiklerinden kaynaklanmadı. Bilakis oralarda hiçbir problemimiz yokken, kendimizi finans ve onun zorladığı reel sektörün yaşadığı likidite krizinin içinde bulduk.
Türkiye 2002 yıllardan itibaren “ düşük kur – yüksek faiz ” döngüsü içinde kendini sıcak para cenneti ilan etti. Global likiditenin arayıp bulamadığı ortamı biz bu döngü ile yaratınca, reel sektör ve finans kesimi bu sıcak paranın yaratığı rehavet içinde, ülkeyi bir ithalat cenneti haline getirdiler. Bankalarımız, dışarıdan sağladıkları bol kaynak ile vade uyumunu bir tarafa bırakıp, orta ve uzun vadeli plasmanlara, yeni projelere saldırdılar. Bireysel konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerine girdiler. Önüne gelene kredi kartı dağıttılar. Reel sektör umulmadık ölçüde dış finansmana yüklendi, üretimi bıraktı ithalatçı oldu ve 2008 yılı sonuna gelinirken 150 milyar doları geçen açık pozisyon riski aldı.
Dünyada sub – prime mortgage kredileri ile başlayan dökülme durdurulamayınca, başta ABD’ de olmak üzere bu işe dibine kadar girmiş yatırım bankaları, yükselen faizler karşısında ödeme sorunu yaşayan kredilerle karşı karşıya kaldılar ve dönemediler, sonunda teslim oldular. Bu bankaları fonlayan bankalar aynı şekilde sorun yaşayınca bu, dünyanın diğer ülkelerine sıçradı ve global kriz, tam bir finans krizine dönüştü.
Biz yukarıda saydığımız gerekçelerle global likiditenin cazibesi ile dışarıya borçlanmıştık. Onlar sıkıntıya düşünce, çark geri dönmeye başladı ve gelen sıcak para geri gitmeğe başladı. Bankalarımız vadesi gelen veya gelecek sendikasyonlarını ödeme telaşına girince, içerde kredileri kestiler ve hatta inkar da etseler geri çağırmağa başladılar. Bizim sarmal da bu şekilde başladı. Kredi muslukları kesilen reel sektör, fabrika kapatmaya ve işçi çıkarmaya başladı. Endişe içinde 2009 yılında durumun nasıl seyredeceğini bekliyoruz ve IMF’ den gelecek desteğe bel bağlamış durumdayız.
Bu krizin birinci boyutu ve maalesef tablo bu hali ile iç açıcı değil. İkinci boyut 2008 Aralık ayındaki ciddi ihracat düşüşü ile kendini gösterdi. Çünkü dünyanın hemen her yerini etkisine alan kriz, insanların moralini bozdu, onları endişelendirdi ve netice olarak insanlar harcamamaya başladılar. Büyük ekonomilerde resesyonlar başladı ekonomiler küçülme sürecine girdiler.
Harvard Üniversitesi’nin Türk profesörlerinden Sn. Dani Lodrik, bu gelişmeyi değerlendirirken, ihracata büyük yatırım yapmış ülkelerde yaşanacak krize dikkat çekti. Özellikle Çin ve Uzak Doğu’ nun başta Japonya olmak üzere “Asya Kaplanları” dediğimiz ülkelerin bu darbeye hazır olması gerektiğini belirtti. Gerçekten dünya tüketiminin dörtte üçünü içeren ABD ekonomisinde moraller düzelmeden, talep yeniden ayağa kalkmadan bu ülkeler için sıkıntı devam edecek.
Bize gelince; reel sektörümüz ABD konusunda %5’lik bir payın endişesini duymuyor. Ancak %50’nin üzerinde ihracat yaptığımız AB ülkelerinin grafiği bizi yakından ilgilendiriyor. Hem reel sektörümüzü hem de eğrisi ona paralel seyreden lojistik sektörünün geleceği bu muhtemel kayıpları kapatabilmemize bağlı. Bu konuda lojistik sektörü olarak diğer rakiplerimize göre büyük avantajlarımız var. Ancak reel sektörümüze “rekabet gücü” kazandırabilmemiz gerekiyor. Bu da devletten ve bankalarımızdan beklenenleri yakından ilgilendiriyor.
Reel sektörün eski dinamizmini kazanabilmesi için üretebilmesi gerekir. Genel olarak kredi kullanan bir yapımız olduğu için kredi musluklarının açık tutulması lazım. Bu konuda bankalarımızın eski plasman rahatlıklarını bulabileceklerini, yakın hatta orta vadede beklemiyorum. Çünkü mevduat kaynağı ve sermaye kıt. Eskisi gibi dış kaynak gelmeden bu mümkün değil. Gelir mi? Eğer doğru adımları atabilir, teknik hata yapmazsak, tekrar güvenli liman olabiliriz. Çünkü krizden ürken global likidite, düşük faizler altında güvenli limanlarda fırsat kolluyor. Dediğim teknik ve siyasi hataları yapmazsak, tekrar gelirler mi? Bana göre hatta kısa zamanda gelirler.
Birinci şartımız, bankalarımız reel sektörün kredi ihtiyacını karşılayacak hale getirilmelidir. İkinci şartımız IMF ile rahatlatıcı bir anlaşma yapılıp, dış kredilere kapı açılmalıdır. Üçüncü şartımız, devletin sağlayacağı imkanlarla reel sektöre dış piyasalarda rekabet gücü sağlamalıdır. Bunun etapları, düşük faizle borçlanması, yüksek kurdan satabilmesidir. Bunun için TCMB faizleri aşağı çekmeli ve kurun yükselmesine fren konulmamalıdır.
Reel sektör sahip olduğu ileri düzeydeki lojistik destek sayesinde yakın ve uzak pazarlarda rekabet gücünü yakalamak için elinden geleni yapacaktır. Lojistik sektörünün sahip olduğu kara, deniz ve hava desteği bugün için reel sektörün en büyük destekçisidir. Avrupa’nın her köşesinden, Türki Cumhuriyetler’e, Afganistan’ a kadar uzanan bu filo ve ulaşım desteği bulunmaz bir nimettir.
Lojistik sektörünün krizdeki durumu, reel sektörün özellikle ihracat gücümüzün korunabilmesine bağlıdır. Üçüncü partilere hizmet konusunda önemli pay sahibi olmaması, günümüz krizinde onu reel sektörün gelişimine bağlı kılmıştır. Kredi musluklarının kesilmesi özellikle son yıllarda yatırım yapan, filo yenileyen ve depo zenginliği yaratan firmaların nakit akımlarını zorlayacaktır. Navlunlar ister istemez düşecek, içsel rekabet ayrı bir darbe vuracaktır. Bazı önemli fabrikaların faaliyetlerini tatil etmeleri ayrı bir sorundur. Yükselen kurlar ithalatı aşağı çekecektir. Bu yurtdışından yapılan taşımada ayrı bir iş kaybıdır. Lojistik firmalarımızın tasarruf tedbirleri ile önlemlerine başlamaları, kredi konsolidasyonları yaparak zaman kazanmaları gerekmektedir. Krizin dip görüp görmediğini tahmin etmek mümkün olmadığından, başlamış yatırımları durdurmakta fayda vardır. Rantablitesini kaybeden hatlardan çekilmek de düşünülebilir.
Genel olarak baktığımızda, lojistik sektöründe yer alan firmalarımızın, banka karneleri ve ilişkileri genellikle iyidir. Çoğu oturmuş firmalardır. Bu zor dönemden geçerken, çalıştıkları bankalardan fazla zorlanacaklarını ve kredi musluklarının tamamen kesileceğini zannetmiyorum. Ancak her şey, krizin hasarı ve süresine bağlıdır, bunu unutmayalım. Keynesyen modele döndüğümüze göre, bir de devletimizin neler, ne tür destekler verebileceği önem kazanmaktadır.
İsmail Emen
İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi