Devlet Bakanı Abdüllatif Şener bir konuşmasında, yabancı sermayenin gelirin yurtiçinde yaratıldığı sektörlerde yoğunlaştığına dikkat çekmiş, ülkede yaratılan gelirin bu yolla yurtdışına aktarılacağına dikkat çekerek, “bu şekilde cari açık kapanmaz, kriz bile olur.” demişti. Ne tesadüftür ki Sn. Başbakan’da “biz dünya devleri gelsin diye gırtlak patlatıyoruz. Kabine üyesi bir arkadaşımız yabancı sermaye karşıtı sözler söylüyor” diyerek kendisini ikaz etmişti. Hangisi haklıdır buna siz karar verin. Sn. Başbakan’ın müktesebatına lafım olamaz ama Sn. Şener’in iktisat profesörü olduğunu hatırlatalım.
Türkiye’ye ilgi duyan uluslararası kuruluşların yatırım tercihlerinin grosmarket-perakende, elektrik üretim ve dağıtımı, bankacılık ve telekomünikasyon gibi gelirin yurtiçinde yaratıldığı dört ana sektörde yoğunlaştığını belirten Devlet Bakanı Şener; ne bankacılık, ne enerji, ne de söz konusu diğer sektörlerde dış alemden sağlanan tek kuruş ihracat geliri olmadığının altını çiziyor. Ayrıca yapıyı değiştirecek teknoloji ve sabit sermaye transferinin de söz konusu olmadığını ilave ederek “yurtiçinde üretilen gelir ve tasarrufu alarak kendi ülkelerine aktaracaklardır. Arjantin krizleri de böyle çıkmıştır.” demeyi ihmal etmiyor.
Gerçekten günümüzde hakim güçler, yatırım yaptıkları ülkelere sanayi geliştirici hiçbir sermaye bileşenini getirmemektedir. Global likidite nakit sermaye olarak ülkemizdeki sanayi kuruluşlarını, bankaları satın almaktadır. Diğer taraftan gelen çoğunluğu “Carry Trade” olan spekülatif sermayede borsa ve para piyasalarını ele geçirerek ekonomik kriz tehdidi ile hükümetleri diken üstünde tutarak teslim almaktadır. Sn. Şener üstü kapalı olarak bu tehlikeyi bütün içtenliği ile telaffuz etmiştir. Spekülatif sermaye denince biraz konuyu açmakta yarar görüyorum.
Döviz fiyatındaki ucuzluk bugüne kadar bizim kontrolümüzde idi. Merkez Bankası faizi yüksek tutarak döviz fiyatının aşağıda kalmasını sağlıyordu. Bugünlerde ise döviz fiyatı küresel dalgalanma sonucu, yabancıların Türkiye’den çıkma niyetlerine bağlı olarak yükseliyor. Dövizi kontrol edebiliyorsak mesele yok. Panik yaşanmaz. Kriz çıkmaz. Ama kontrol edemiyorsak o zaman TCMB’nin yapacak fazla bir şeyi yok. Geçtiğimiz haftalarda dolar 1.45’1eri gördüğünde eğer yeni girişler dengelemese idi dolardaki panikleme daha yükseklere tırmanabilirdi. Ben oldum olası günübirlik gelen paraya, ister YTL ister döviz olsun karşı olmuşumdur. Maalesef bugün Türkiye’de sermaye ve para piyasalarında boy gösteren fonlar sistem olarak kısa vadeli ve günübirlik. isterlerse anında satar giderler. Tayland krizini hatırlayın. Onlarda rahatsızdılar kısa vadeli ve günübirlik paradan. Kısıtlama getirmek istediler ama neredeyse doğduklarına pişman oluyordular. Bu korkudur ki Türkiye’ye son beş yıldır “yüksek faiz” uygulamasını sürdürtüyor.
Bugüne kadar uygulanan yüksek faiz/düşük kur politikası , kısa vadeli ve vadesiz fonların ekonomideki ağırlığını büyüttü. Artık dünyada bizden başka yüksek faiz ödeyen ülke kalmadı. Hem yüksek faizi ödüyoruz hem de her dalgalanmada yüreğimiz hopluyor. Bu yazımda asıl söylemek istediğim, Sn. Şener’in ülkeye gelen yabancı sermayenin tercihleri konusundaki endişelerini paylaşmaktır. Türk Sanayi çok önemli değişimler içindedir. Bir zamanlar ülke sanayinin amiral gemisi olan tekstil sektörü yerlerde sürünmektedir. Markalaşamayan ve Çin’e mağlup düşen sanayici fabrikasını kapatıp, inşaatçı veya alış veriş merkezi sahibi olmayı tercih etmektedir. O güzelim sanayi arsaları ve fabrikalar şimdi birer AVM durumuna geliyor. Kimse sanayici olmak istemiyor. Mevcutlarda yavaş yavaş tesislerini yabancılara satıp kendisi için daha karlı ama ülke için öncelikli faydası olmayan sahalara aymaktadırlar. Ekonomik yapıdaki çarpıklık, fabrika kurmanın cazibesini yok etmiştir. Düşük kur yüksek faiz politikasının ülkeyi getirdiği nokta ortadadır. Bunu Sn. Devlet Bakanı görüyor ama uluorta söyledi diye Başbakanı ‘ndan fırça yiyor. Ben T.Kalkınma Bankası’nda iken Sn. Özal ayda bir defa Çankaya Köşkü’nde ekonomik zirve yapar ve Başbakan ile ekonomiden sorumlu bakan dahil sayıları 20’yi geçmeyen üst ekonomi bürokrasisini toplardı. Ülke ekonomisi 5-6 saat süren bu toplantılarda inceden inceye sorumlularınca verilen brifinglerle ele alınırdı. Düşündüğünüzü, aykırı gördüğünüzü söylerdiniz. Sn. Özal’ın engin ekonomi bilgisi ışığında iktisadi ve mali politikalar, sistem ve yapı olarak konuşulur ve kararlar alınırdı. O masanın etrafında oturan Güneş Taner, Işın Çelebi gibi bakanlar ve Ali Tigrel, Rüştü Saraçoğlu, Orhan Güvenen, Altan Tufan, Mahfi Eğilmez, Coşkun Ulusoy, M.Şükrü Tekbaş gibi bürokratlarla yaptığımız bu toplantılar hayatımın unutamadığım ekonomi dersleridir. Gerektikçe katıldığım Yüksek Planlama Kurulu, Para Kredi Kurulu toplantıları da aynı içerikli toplantılardı. Acaba şimdi böyle şeyler yapılıyor mu? Bu toplantılarda bu yazıda telaffuz etmeğe çalıştığım endişeler ve sanayimizin içler acısı durumu tartışılıyor mu?
Bu ülke 1970’li yıllarda AB’ye katılma şansı kendine verildiğinde, bilerek bu imkanını kullanmamıştır. Uygulanmakta olan ekonomik politikalara ters düştüğü için Katma Protokol’ün hükümleri bilerek yerine getirilmemiş AB ilişkileri soğutulmuştur. Özellikle Almanya bizim Yunanistan ile birlikte AB’ye girmemizi çok arzu ediyordu. Ancak o dönemin siyasi tercihleri; dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören modele ters olduğu ve uygulanmakta olan ithal ikamesine dayalı, içe dönük politikalar tercih edildiği için tren bilerek kaçırılmıştır. Saygı duyarım. Ama bugün AB’ye girmeden, herhalde giremeden o zaman reddettiğimiz modele teslim olduk ve uygulanan düşük kur yüksek faiz politikalarının doğurduğu dış açık, cari açık gibi sorunlarla boğuşup, sıkıntısını yaşıyoruz. Bari diyorum bu kadar zahmete deyip AB’ye girebilseydik.
İsmail Emen
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi